seyyahların gözünden bizans istanbul'u ne demek?

Bizans ya da bir başka değimle Doğu Roma İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü yıllarda İstanbul'a gelen yabancıların gözünden ilgili dönemlerin Konstantinopolis'ini veya günümüzdeki ismiyle İstanbul'unu tanımak ve incelemek amaçlanmaktadır.

Egeria (Aetheria) [384'e doğru]

Yapılan araştırmalar sonucunda Doğu Roma İmparatorluğu'nun Konstantinopolis'ini ilk olarak ziyaret eden kişinin Egeria'nın (veya Aetheria-Eteria) olduğu anlaşılmıştır. Akitanialı bir rahibe olan Egeria, Hipodrom'un yanındaki Hagia Euphemia'nın mezarının konulduğu martyrion'u tespit etmiştir. Günümüzde Adalet Sarayı'nın yanında olan bu martyrionun kalıntıları 1937-1938 li yıllarda ortaya çıkarılmıştır. Egeria, şimdiki Kadıköy'ün öncüsü olan Khalkedon'dan suyu geçerek gittiği Konstantinopolis'te buradaki çok sayıda kilise ve martyrionları da ziyaret etse de ne yazık ki bu yapılar hakkında ve gördüğü şehir hakkında bir açıklama yapmamıştır.1

Piskopos Arculf [675]

Arculf, Galya ülkesinin Perigeux şehrinde kardinaldir. Konstantinopolis'te birkaç ay kalmasına rağmen şehre dair izlenimlerini Adomnan adındaki bir rahibe yazdırdığı seyehatnamesinde bahsetmiştir. Arculf'a göre Büyük Kilise'nin üstü devasa bir kubbe ile örtülüdür. Burada bulunan İsa'nın Haçına gösterilen saygı, Aziz Georgios'un röliki ve Hodegetria Meryem ikonası dikkatinden kaçmamıştır. Ters bir üçgen olarak düşünüldüğünde, şehrin kuzey tarafı hariç diğer taraflarının denizle çevrili olduğunu iddia eder ve Haliç'in uzunluğunun 60 mil olduğunu belirtir. Sur duvarlarının 12 mil olduğunu belirtir. Buna ek olarak bu duvarların kulelerle güçlendirilmiş olduğunu da ortaya atar. Şehrin içinde bulunan çok sayıdaki gösterişli evin taştan yapıldığını vurgular. Arculf'un, Ayasofya hakkındaki görüşlerine göre binanın kuzey tarafında bazı rölikler bulunmakta ve kutsal haç saklanmaktadır.2

Çinli Bir Elçi [VII. Yüzyıl]

Çin'in T'ang Sülalesi döneminde yaşayan bir Çinli tarafından Konstantinopolis'in yedinci yüzyıla ait bir tasviri kaleme alınmıştır. Yazısında, Bizans'ın idare sistemini imparatorun şikayetleri bir sepette toplatmasını ve böylece haksızlığa uğrayanlar hakkında karar verebildiğinden bahseder. Buna ek olarak abartarak devam eder; "...Sarayların sütunları ve kirişleri kristalden ve sırlı tuğlalardan yapılmıştır." Çinli elçi, imparatorun tacının kanatları açılmış bir kuş şeklinde olduğundan, hem tacının hem de takılarının kıymetli taşlar ve incilerle bezendiğinden ve işlemeli ipek kumaşlar giydiğinden söz eder. Buna ek olarak şehrin surlarının üst üste yığılmış taşlardan oluştuğunu ve çok yüksek olduklarını belirtmiştir. Yazarın dikkatini çeken bir diğer unsur Doğu tarafındaki büyükçe kapıdır. Bu kapının tepeden tırnağa altın ile bezeli olduğunu iddia eder. Gezgin eserinde şehirde zamanın nasıl ölçüldüğüne de yer verir. Buna göre ikinci kapının üstünde büyük altın bir terazi tartı asılıdır. On iki altın terazi topu günün saatlerini gösterir. Bir insan büyüklüğündeki altın figürse hemen bitişiğinde bulunur. Her iki saatte bir top/küre düşerek, yankı veren bir ses çıkarır ve bu sayede zaman ölçülür. Gezginin tarif ettiği zaman aletinin sarayın ana girişi olan Halki Kapısı üzerinde yer alan ikinci bir zaman aracı olduğu düşünülebilir.3

İbn Hurdazbih [IX. Yüzyılın II. Yarısı]

Tam adıyla Ebu'l Kasım Ubeydullah bin Abdullah bin Hurdazbih el-Bağdadi el-Farisi, günümüzde İslam coğrafyacılığının en önemli ilk temsilcisi hatta İslam coğrafyacılarının babası olarak nitelendirilmektedir. Muhtemelen Horasan'da doğduğu düşünülmektedir. Kaleme aldığı el-Mesalik ve'l-Memalik isimli coğrafya kitabında Bizans'ın İstanbul'u hakkında bilgiler de yer almaktadır.4 İbn Hurdazbih'e göre Bizans'ın en büyük şehri Konstaniyye'dir. Altın Kapı'ya da değinen yazar savaşa giden ordunun bu kapıdan geçtiğini vurgular. Eserinde Bizans İmparatorları hakkında bilgilere de yer verir. Buna göre Bizans İmparatorları en yüksek yetkiye sahiptirler. Ayrıca sadece hükümdarların erguvan ve parlak kırmızı renkteki kıyafetler giydiğinden ve başkaları bu renkleri giymeye cüret ederlerse öldürüldüğünü de anlatmaktadır.5

Harun İbn Yahya

Şehre esir olarak gelen Harun'un hatıraları Ahmed İbn Rosteh'in coğrafya hakkında kaleme almış olduğu Kitab al-A'lak an-Nafisa' başlıklı eserinde yer almaktadır. Harun, Altın Kapı ile ilgili olarak Roma tarafında doğru olan kapısının altından yapıldığını ve çevresinde hizmetleri yerine getirmek için insan eksik olmadığını aktarır. Kapının üzerinde bir fil sureti ve filin dizginlerini elinde tutan bir insan sureti mevcuttur.6 Kanatları demirden olan ve 'Bigas' denilen başka bir kapı daha vardır ki, imparator gezintiye çıktığında bu kapıyı kullanır. Bu kapı Pighi kapısı yani Silivrikapısı olmalıdır. Harun bundan sonra Büyük Kilise ile Saray'a komşusu olan Hipodrom'u anlatır. "Burada atları, insanları, vahşi hayvanları, aslanları tasvir eden tunçtan heykeller vardır. Büyük Saray'ın bütününün etrafı duvarlarla çevrilidir. Bir kenarı kıyıdadır. Bu duvarın demir kanatlı üç kapısı vardır." Haruna göre, sarayın girişindeki kilisenin yanındaki avluda bir sarnıç bulunmaktaydı. Yortu günleri bu sarnıca on bin testi şarap ile bin testi süzme bal getirilirdi. Bunlar bir deve yükü kadar ölçülerde heykellerin ağız ve kulaklarına asılırdı. İmparatorun peşindekiler, üstteki heykellerin ağız ve kulaklarından asılan bu şarabı içerlerdi. Arap esir, İstanbul hatıralarının arkasından çok ayrıntılı olarak imparatorun Ayasofya'yı ziyaret törenini anlatır. Burada dikkate değer bir husus, tören alayında ellerinde mızrak ve altın yaldızlı kalkanlar olan, dilimli zırhlarla giyimli çok sayıda Bizans hizmetinde Türk ve Hazar gencinin de bulunmasıdır. Bu tören ile ilgili bir diğer husus, iyi yetiştirilmiş ve değerli taşlarla bezenmiş koşumları olan üç boz atın Ayasofya'ya sokulmasıdır. Haruna göre, kilisenin yakınında kare biçimli mermer bir kaide üzerinde bir mezar ve onun da üstünde olan, kilisenin kurucusu imparatorun tunçtan atlı heykelidir. Esire göre imparatorun başında inciler ve yakutlarla süslü altın bir taç bulunmaktadır. Sağ eli ise insanları İstanbul'a çağırırcasına kalkıktır. Böylece Arap esirin, on altıncı yüzyıl sonlarına kadar yerinde duran ve imparator Iustinianos Anıtı görmüş olduğu anlaşılmaktadır. Harun, Ayasofya'nın batı kapısı yanındaki zamanı belirten Horologion'dan ve onun üzerindeki yirmi dört kapının her biri günün bir saatini karşılamasından da bahseder. Ayrıca eserinde sarayın kapısı yanındaki tunç üç at heykeline de yer vermiştir. Bir tılsım olduğu söylenen ve gerçekte dört tane olduğu söylenen bu atlar, önceden Hipodrom'da iken sonra Ayasofya yanına taşınmış, 1204'te Latin işgali sırasında Venedik'e götürülmüştür. Bugün San Marco Kilisesi'nin cephe saçağındadırlar.7

İbn Havkal [X. Yüzyıl Ortaları]

adıyla Ebü’l-Kāsım Muhammed b. Alî en-Nasîbî el-Bağdâdî onuncu yüzyıl islam coğrafyacılarından olup Nusaybin'de doğduğu bilinmektedir.8 Yer'in Haritası anlamına gelen eserinde İbn Havkal, Bizans'ın İstanbul'undan bilgiler vermektedir. Bunlardan bir tanesi imparatorun sarayının etrafında esir hükümdarların hapsedildiği dört hapishanedir. Tr**aksis (Thracesian), Obsik (Obsikian), Bulklar (Bucellair), Numara isimleri ile anlattığı hapishanelerden içlerinden en rahatlarının Traksis ile Obsik olduklarını da ifade etmektedir. Zira iki hapishanede ayaklar bağlanmadığını; Bulklar ve Numara'nın ise dar, kasvetli ve elem verici olduğunu da vurgulamaktadır.9

Liudprand [949 ve 968]

Batıdan X. Yüzyılda Bizans'a elçi olarak gelip İstanbul hakkında bilgiler verenler arasında Cremona piskoposu Liudprand da vardır. Liudprand önce Lombardia Kralı II. Berengario adına 17 Eylül 949'da gelmiş ve 31 Mart 950'ye kadar kalmıştır. İkinci defa ise Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu'nun kurucusu olan Kral I. Otto'nun elçisi olarak 4 Haziran ile 2 Ekim 968 arasında Konstantinopolis'e gönderilmiştir.

Liudprand veya İtalyan adıyla Liuzo, bıraktığı Antapodisis ve Relatio de Legatione Constantinopolitanabaşlıklı yazılarında, şehir ve bilhassa imparatorluk sarayı hakkında bilgiler vermektedir. Özellikle Bizans tarihine yönelik yaptığı açıklamalarda, Büyük Saray sınırları içerisinde yer alan 'Nea' adlı kilisenin imparator I. Basileios (867-886) tarafından III. Mikhael'i (842-867) öldürülmüş olmasından dolayı kendisini affettirmek için yaptırıldığını söyler. Onuncu yüzyıldaki diğer hadiselere de şahit olan elçi I. Romanos Lekapenos'un (920-944) 944 Aralık ayında iktidardan düşürülerek Proti'deki (Kınalı Ada) bir manastıra keşiş olarak sürgün edilmesi ve düşük imparatorun kendisinin buraya gelmesinden az önce yani 948'de öldürüldüğünden bahsetmektedir.

Liudprand, "Konstantinopolis'teki sarayın güzellik ve muhkem oluşta, gördüğü bütün kalelerden üstün olduğunu..." yazar.

Sarayda ihtişamından övgüyle bahsettiği mekan ise Magnaura denilen pavyondur. Elçi, imparator VII. Konstantinos (913-959). tarafından burada kabul edilmiştir. Tahtın önünde altın kaplamalı tunçtan bir ağaç vardır. Bunun dallarını dolduran kuşlar türlerine uygun ayrı ayrı cıvıldaşırlar. Çok büyük ölçülerdeki tahtın yanlarında, altın kaplamalı tunç ağaç veya aslanlar bulunur. Bunlar elçi yaklaştığında kükremeğe ve kuyruklarını vurmaya, kuşlar da ötmeğe başlar. Cremonalı din adamı, imparatorun önünde üç defa yere kapandıktan sonra kafasını kaldırdığında, onu tahtında oturur durumda salonun tavanına kadar yükseltilmiş olarak görmüştür. Bunun bir mekanizma ile sağlanmış olabileceğini tahmin eder. Üç gün sonra yemeğe davet edilen Liudprand, "harikulade süslü ve güzel" diyerek nitelendirdiği Hipodrom yakınında 'Decanneacubita' denilen pavyona gider. "On dokuz sedirli salon" anlamına gelen bu salon vaktiyle II. Iustinianos'un (565-578) yaptırdığı ve II. Tiberios'un (578-582) zengin biçimde bezenmesini sağladığı 'Khrysotriklinos'. olduğundan bahseder. Dahası imparatorun Noel'de ziyafet verdiği Triklinos'da, Liudprand'a göre, misafirler sedirlere uzanır ve servis altın kaplarla yapılır, meyveler küçük arabalarla getirilir ve imparator altın dağıtır. On dokuz yıl sonra 968'de yaptığı ikinci elçiliğinde Liudprand, 4 Haziran günü yanındakiler ile şehir kapısına geldiğinde, onları şiddetli yağmur altında akşama kadar beklettikten sonra, atlarından indirip, yaya olarak bozuk bir yolda yürüterek, kalacakları "mermer saraya" götürürler. Elçi, buradan hiç memnun kalmaz. Liudprand, İmparator Nikephoros (963-969) ile aralarında geçen birtakım sebeplerden dolayı mutsuz bir şekilde yurduna geri döner.

Liudprand ayrıca Bizanslıların yiyecek ve içeceklerine dair bilgiler vermektedir. Bunlara; özel bir yöntemle soğutulmuş su, reçine şarabı, ve balık salçası (yaros) örnek verilebilir. Buna ek olarak Liudprand, balıklar ile çeşitli kabuklu deniz ürünlerinin, Bizans sofrasında önemli yer tuttuğunu da belirtir. İstanbul'daki kazılarda Bizans tabakalarında rastlanan bol ölçüde istiridye ve midye kabukları bu hususu desteklemektedir.10

Mesudi [X. Yüzyıl Ortaları]

Tam adıyla Ebü’l-Hasen Alî b. el-Hüseyn b. Alî el-Mes‘ûdî el-Hüzelî, Bağdat’ta dünyaya gelmiştir. Mesudi'nin, eserlerindeki bazı ifadelerden hareketle 280 (893) yılı civarında doğduğu tahmin edilmektedir. Meşhur sahâbî Abdullah b. Mes‘ûd’un soyundan geldiği için Mes‘ûdî, Hüzeyl kabilesine mensubiyetinden dolayı Hüzelî nisbeleriyle tanınır.11 Başlığı "Altın Çayırlar" anlamına gelen ünlü eserinde, Nitas olarak adlandırdığı Karadeniz'den, Rum denizine (Akdeniz) yaklaşık 350 mil uzunluğundaki bir kanaldan (Boğaz) aktığını bildirmektedir. Mesudi şehir adı hususunda bazı fikirler vermekte ve bu şekilde "Rumlar'ın Konstantinopolis'e Bolin veya imparatorluğun başkenti olduğunu ifade etmek istedikleri zaman İsten Bolin dediklerini, ama Konstantiniyye adını kullanmadıklarını, sadece Arapların kenti bu isimle andıklarını" belirten ilk Arap yazarıdır.12

Bartolf [1096]

Haçlı seferine katılarak İstanbul'a gelen bir Haçlı askeri olan Bartolf, şehrin dışındaki çadırlarda on beş gün kalmıştır. Venedikli, Romanyalı, İtalyan, İngiliz, Yahudi, Türk ve Arap gibi birçok milletten insanın birbirleriyle karşılaşmakta ve tanışmakta olduğuna dikkat çekmektedir. Haçlı askeri, şehrin kara ve deniz tarafından surlarla çevrili olduğundan, etrafında hendekler ve yüksek kuleler olduğundan bahseder. Şehrin ihtiyaçlarının karşılanması için Kıbrıs, Rodos, Midilli adalarından her türlü mal yüklü gemilerin limanlara geldiğinden, Özellikle Bulgaristan ve Yunanistan'ın en iyi ürünlerini İstanbul'a getirdiğinden de söz etmektedir.13

Foucher de Chartres [1097]

Foucher de Chartres, Fransa'da Eure ırmağı kıyısındaki Chartres'da dünyaya gelmiştir. Rahip olan bu kişi, I. Haçlı seferine katılarak bir kronik yazmıştır. Bu eser, Kudüs Tarihi (Historia Hierosolymitana) olarak bilinmektedir.

Büyülendiği İstanbul hakkında şunları söylemektedir: "Tanrım! Bu ne muhteşem bir şehir! Birçok manastır ve ibadet alanı var. Her biri muhteşem binalar! Bir şehrin sokaklarında bir seferde kaç tane inanılmaz güzellikte binalar görebilirsiniz ki? Ve bunların hepsini nasıl aklınızda tutabilirsiniz? Altından ve gümüşten yapılmış bir sürü bina ve kutsal emanetler!"14

Norveç Kralı I. Sigurd [1107]

1089'da doğmuş olan Sigurd, babası III. Magnus'un ölümü üzerine henüz on dört yaşında iken Norveç tahtına oturmuş, 1107'ye kadar süren hükümdarlığını kardeşine bırakarak, kutsal topraklara gitmeye karar vermiştir. Hac dönüşünde ise İstanbul'u ziyaret etmiş ve imparator Aleksios Komnenos tarafından ağırlanmıştır. Bu ziyaret esnasında Sigurd'un yanında bulunan ve ismi bilinmeyen bir Saga şairi bu ziyaret sırasında, İskandinav dilindeki karşılığı ile "Miklagard" yani İstanbul'da gördüklerini kaleme almıştır. Öyle ki onun satırlarının arasında Norveç Kralı ve maiyetindekilerin gemilerle geliş öyküsü, sadece imparator zaferle döndüğünde açılan şehrin 'Altın Kapı'sı görülebilir. Dahası hatıralarında Hipodrom'daki bir yarışmayı izlediklerini anlatmakta ve İskandinav edebiyatında önemli bir konuma sahip olan Ayasofya'yı övmektedir. Şairin hatıralarında dikkat çeken bir başka husus ise Sigurd tarafından askerlerin daha İstanbul'a girmeden şehir hakkında tembihlenmesidir. Zira İstanbul'un güzelliği o dönemlerde o kadar çok konuşulmaktaydı ki Sigurd "dünyanın en zengin şehrine girmekte olduklarını, bu gösteriş karşısında hayran kalıp her şeye uzun uzun bakmamaları" konusunda uyarmıştır. Buna rağmen, Sigurd'un atının nallarından biri koptuğu halde tembihli askerler hiç durmadan nalı yerde bırakıp ilerlemişlerdir.15

Guibert [1109]

I. Haçlı Seferi'ne katılan ve bu seferle ilgili bilinen en iyi eseri yazan Guibert, 1053'te Fransa'nın Clermont şehrinde doğmuştur. İstanbul'u gören Fransız tarihçi eserinde şehirden söz etmektedir. Guibert, şehirden bir hayli etkilenmiştir fakat bu büyüleyici şehirde en büyük payı kurucusu olan imparatora vermektedir. Zira I. Konstantinos'un cennetten aldığı ilhamla bu şehri ikinci bir Roma olarak inşa ettirdiğini ifade etmektedir. Dahası ona göre dünyadaki bütün insanlar buraya gelse imparatorun şehri zenginliğiyle herkesi yedirip içirebilir ve misafir edebilirdi.16

Odon de Deuil [1147]

Odon de Deuil, Fransa'nın Deuil şehrinde 1100'de doğmuş ve Fransa kralı VII. Louis'nin (1137-1180) başında bulunduğu II. Haçlı Seferi'ne (1147-1149) katılmıştır. Şehri tarif ederken "...ünlü ve zengin, Greklilerin övüncesi..." demektedir. Buna ek olarak şehri üçgen şeklindeki bir gemi yelkenine benzetir. Ona göre uçlardan birinde Ayasofya ile imparator Konstantinos'un sarayı bulunur. Burada değerli röliklerle dolu bir şapel vardır. Diğer bir uçta, yamaçtan yükselen, dıştan mimarisi, içten ise lüksün bütün harikaları ile bezenmiş Blakhernai Sarayı. Bu sarayın denize, araziye ve şehre eşsiz manzarası olduğunu söyleyen Odon, kara tarafı surlarının dışında, geniş topraklar ile bostanlarının uzandığını, bunların şehir halkının her türlü sebze ihtiyacını da karşıladığına işaret eder. Fakat şehrin içi pis, iğrenç ve çöp doludur. Sokaklarda cinayetler, soygunlar ve yolsuzluklar olmaktadır. Odon'a göre, Saint-George kanalı (Haliç) suyu ve içindeki balıkların çeşitliliği bakımından bir denize, günde beş altı defa karşıdan karşıya kolayca geçilebilmesi bakımından bir nehre benzer. Odon'un tarifleri referans alındığında Tekfur Sarayı'nın on ikinci asırda var olduğu ileri sürülebilir.17

Hassan Ali el-Herevi [XII. Yüzyıl]

On ikinci yüzyılın ikinci yarısında Musul’da doğdu. Bizans İmparatoru Manuel Komnenos zamanında (1143-1180) İstanbul’a gittiği ve muhtemelen imparator tarafından kabul edildiği anlaşılmaktadır.18 El-Herevi on ikinci yüzyıl İstanbul'undan kısaca bahseder: "Şehrin surlarının dışında, Hazreti Muhammed'in yakınlarından Ebu Eyub el-Ensari'nin kabri vardır. Abdülmelik'in oğlu Maslama'nın yaptırdığı büyük cami ise şehrin içindedir. Burada Ebu Talib'in oğlu Ali'nin oğlu Hüseyin'in soyundan birinin mezarı görülür." Eserinde Ayasofya'dan da bahseden Herevi, burayı bir meleğin beklediğini, onun durduğu yerin altın bir kafes içine alındığını belirtmektedir. "At yarışlarının yapıldığı meydandaki bir anıt, rüzgarın estiği yöne göre doğuya, batıya, kuzeye veya güneye doğru eğilir. Yine burada içine girilemeyen tunçtan bir anıt daha vardır. Hastanenin yanında üçüncü bir anıt daha vardır ki, üstü bütünüyle tunç kaplıdır. bu Konstantin'in mezarıdır. Üstüne bu hükümdarın atlı heykeli konulmuştur. Atın ayakları taşa, kurşunla sağlamca bağlanmıştır; yalnız sağ ayağı adım atar gibi kalkmıştır. Konstantin'in sağ elinin avucu açık olarak göğe uzanmıştır böylece İslam ülkesine işaret eder. Sol elinde ise bir küre tutar. İstoborin (eis ton phoron) denilen çarşıda mükemmel bir sanatla işlenmiş insan kabartmaları ile süslü beyaz mermerden bir anıt daha vardır. Yekpare bir parmaklık ile çevrilidir ve bunun bir tılsım olduğuna inanılır. Bu anıtın tepesine çıkıldığında, bütün genişliği ile şehre hakim görüntü vardır. Harikalar Kitabı'nda bu anıtın tasvirini yapacak, yüksekliği ile çevre ölçülerini verecek, tepesine kadar çıkılması gereken basamak sayısını bildireceğim." Bu anıtın 16. yüzyıla kadar Bayezid'da durduğu bilinen ve dışı kabartmalarla süslü, içinde ise tepesine kadar çıkmayı mümkün kılan bir merdivene sahip Teodosios anıtı olduğu anlaşılmaktadır. Bu anıtın ikinci bir benzeri ise şehrin daha içerdeki bir mahallesinde yükselen Arcadius anıtıdır. Bu ikinci anıt beşinci yüzyılın başlarında yapılmış ve fetihten çok sonra 1715 tarihine doğru çevre için tehlike teşkil ettiğinden kaidesine kadar yıktırılmıştır. Bugün yaklaşık 9 m. yüksekliğindeki kaidesi hala durmaktadır. Kazvini, üstünde on iki küçük pencere olan ve her saat başı bunlardan birinin kapağının açılarak bir kuklanın çıktığı bir saatten de bahseder. Bu, Ayasofya'nın narteks kısmı üstünde yükselen Horologion olmalıdır. Yine Kazvini'ye göre, Büyük Saray'ın girişine yakın bir yerde tunçtan atlar biçiminde bir tılsım vardır. Bu şehirdeki atların imparatorun kapısı önünde gürültü yapmaları veya kişnemelerini önlemek için Apollonius tarafından yapılmıştır.19

Tudela'lı Haham Bünyamin [1165'e doğru]

Musevi hahamdır. Şehrin çevresini 18 mil olarak belirten İspanyol, bunun bir kenarının kara, diğer iki kenarının ise denizle kuşatıldığından bahsetmektedir. Bununla birlikte dünyanın her tarafından, karadan ve denizden Konstantinopolis'e gelen tüccarların burada büyük canlılık yarattıklarından, bunların da "Babilonya, Mesopotamia, Media ve Pers ülkesi, Mısır ile Filistin'den olduğu gibi Rusya, Macaristan, Patzinakia, Budia, Lonbardia ve İspanya" dan geldiklerini ve bu bakımda şehrin eşit olduğu tek başkentin Müslümanların Bağdat'ı olduğunu ifade eder. Bünyamin'e göre dünyanın başka bir yerinde Ayasofya'ya eşit zenginlik yoktur. Burası altın ve gümüş payeler ve aynı madenlerden yapılmış sayısız kandiller ile bezenmiştir.20 Hipodrom hakkında da bilgiler veren Haham, Hipodrom'un sarayın duvarlarına komşu genel bir meydanda yer aldığından, hükümdarın oyunlarına mahsus olduğundan, her yıl Nazariye'li İesus'un doğum gününün burada büyük bir eğlenceyle kutlandığından ve bu vesile ile burada dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan bütün insanların yaptıkları şaşırtıcı hünerlerini gösterdiklerinden bahseder.21

Bünyamin'e göre Kral Manuel, kendi konutu olarak, kendinden önceki hükümdarların yaptırdıkları ve Blakhernai adı verilen sarayın yakınında deniz kıyısında büyük bir saray yaptırmıştır. Ayrıca paye ve duvarlar saf altın kaplanmış, kendi savaşları gibi eskilerin yaptıkları savaşlar resimler halinde tasvir edilmiştir. Saraydaki taht altın olup, değerli taşlarla bezenmiştir.Üstünde uzunluğu altında oturan boyuna tam uyumlu, aynı madenden zincire bağlı altın bir taç asılıdır. Bu taç eşsiz değerde taşlarla bezenmiştir. Bu taşların ışıldayışı o derecededir ki, başka ışığa gerek olmaksızın bulunduğu mekanı aydınlatırlar.22

Konstantinopolis'e, Rus ülkesinin dört bir tarafından her yıl gelen vergini, iplikler, erguvani kumaşlar ve altınların bir kuleyi dolduracak çoklukta olduğunu söyler. Greklerin son derece zengin olduğunu fakat Türklere karşı savaşlarda kullanmak için barbarlardan asker topladıklarını aktarır. Şehirde hatrı sayılır ölçüde Musevi yaşasa da kendilerinin itibar görmediklerini belirtir. Musevilerin yaşadığı bölgeye Pera adı verilir.23

Anonim İngiliz Hacı [XII. Yüzyıl]

İsmi bilinmeyen ve on ikinci yüzyılda İstanbul'a geldiği düşünülen İngiliz Hacı, S. G. Mercati tarafından 1936'da yayımlanan bir İstanbul tasviri anonim bir yazmada karşımıza çıkmaktadır. Yazar şehrin içindeki pek çok kilise ve manastırın isimlerini vermekle beraber bunların biçimleri ve konumları hakkında hiçbir açıklamada bulunmamıştır.24

Onu ilgilendiren sadece bu kiliselerde yer alan röliklerdir. Böylece tabii en başta Ayasofya'dan Ahırkapı-Sarayburnu arasında olan Hodigetria Meryem'in bir ikonası bulunan kiliseyi, Hipodrom'a komşu Euphemia Kilisesi'ni, I. Konstantinos'un sonra Çemberlitaş olan anıtını, Havariler Kilisesi'ni, on birinci yüzyılda inşa edilmiş olan Peribleptos Manastır ve Kilisesi ile on ikinci yüzyılda yapılan Pantokrator Manastır ve Kilisesi'nin ve nihayet on ikinci yüzyılda harap bir durumda olduğu bilinen, kalıntıları Belediye Sarayı önünde alt geçit yapılırken yan tarafta bulunan altıncı yüzyıl başlarına ait Polieuktos Kilisesi'ni anmaktadır. Üzerinde durduğu bir başka dini yapı ise Latinlere ait Santa Maria Kilisesi'dir. Bunun da şehrin doğu tarafında Haliç'e inen yamaçta olduğu sanılmaktadır.25

Geoffroy de Villehardouin [1203-1204]

V. Haçlı Seferi ile Konstantinopolis'e gelenlerden biri olan Fransız şövalyelerinden Geoffroy de Villehardouin (veya Ville Hardoin), Kuzey Fransa'da bulunan Troyes taraflarındandır. Doğum tarihi bilinmemekle birlikte 1154'e doğru dünyaya geldiği kabul edilmektedir. Kendisi Konstantinopolis'in Latinler tarafından işgaline tanıklık etmiştir. Haçlıları getiren gemiler bugün Kadıköy olarak anılan Khalkedon'a demirler. Haçlılar burada birtakım yağmalar yaptıktan sonra Üsküdar'a geçerler. 6 Temmuz günü Haçlılar Haliç'e gelir fakat onları 'La Tor de Galata' adı verilen Galata hisarından karşı kıyıya çekilen zincir engellemektedir. Villehardoun'in Tor de Galata dediği kule sanılanın aksine Galata Kulesi değil günümüzde Yeraltı camii olarak bilinen kare planlı hisardır. Şiddetli geçen bir çarpışma sonucunda haçlılar hisarı ele geçirirler ve bu sayede haliçi geçme fırsatını elde ederler. Haçlılar ordugahlarını Blakhernai Sarayı ile etrafı duvarlarla çevrili Bohemond'un şatosu arasındaki arazide kurarlar.26

Şehri iyice kontrolleri altına alan Haçlılar, kardeşi tarafından gözlerine mil çektirilen Isakhios'u (Sursac) tahta çıkarırlar. Şehir 12 Nisan günü işgal edilir. Çıkan yangında birçok tarihi eser, bina ve insan yok olmuştur. Şehrin tüm ganimetiyse Haçlı askerleri tarafından yağmalanmıştır. Villehardouin, III. Aleksios'un kör ettirdiği V. Aleksios Murtzuphlos, büyük bir meydanın ortasında yükselen, gövdesi kabartmalarla süslü mermer bir anıtın tepesine çıkartılıp buradan aşağıya atlamaya zorlanarak öldürüldüğünü anlatır. İmparator Teodosios adına dikilen bu anıt, II. Bayezid döneminde 1509 depreminde yıkılmıştır.27

Robert de Clari [1203-1204]

Kendisinin hayatı hakkında net bilgiler bulunmamakla birlikte, V. Haçlı seferine katılan Batılı şövalyelerden olduğu bilinmektedir. Clari'ye göre, büyük şövalyeler, zenginlerin konaklarını ve varlıklı manastırları yağmalayıp buraya yerleşirler. Diğerlerine ise fakir evleri kalır. Montferrat markisi Bukaleon Sarayı, Ayasofya ve patrik evlerine el koyar. Bu sarayda De Clari'nin ifadelerine göre, birbirinden geçilen beş yüz salon bulunmaktadır. Bunların hepsi de altın mozaiklerle bezelidir. Otuz kadar da kilise bulunuyordu. Bunların içerisinde en zengini Sainte Chapelle olup, bunun demirden olması gereken menteşe, kilit gibi aksamı hep gümüşten, sütunları somaki, porfir veya başka değerli taşlardan idi. Döşemesi ise öyle cilalı ve beyaz mermerlerdendi ki, sanki kristal sanılırdı. De Clari, burada buldukları kutsal eşyayı da detaylı olarak anlatmaktadır. Bu kilise, bazılarına göre Nea olarak adlandırılan ibadet yeridir. Fakat Pharos Meryem'i Kilisesi de olması mümkündür.28

Fransız şövalye, Blakhernai Sarayı'nın mozaiklerle süslü iki yüz salonu ve yirmi kadar şapeli olduğunu ve bu saraydaki bütün güzellikleri anlatmanın mümkün olmadığını belirtir. Fakat burada önceki imparatorların zengin taçları ile altın ziynetler ,altın işlemeli ipekliler, muhteşem imparatorluk giyimleri ve değerli taşlar olduğunu da sözlerine ekler. Haçlılar şehre bütünüyle hayran kalsalar da onları en çok büyüleyen yapı Ayasofya olmuştur. De Clari Ayasofya'yı şu şekilde yorumlamıştır: "Ayasofya'nın önünde demir çemberler ile takviye edilen gövdesi üç kulaç (yaklaşık 4.86 m.) kalınlığında mermer bir sütunun üstünde her biri kenarı yaklaşık 15 toise (5 m. kadar) ölçüsünde bir taş bulunuyor bunun da tepesinde tunçtan atlı bir imparator heykeli vardı. Bizans halkının Herakluios olduğunu sandıkları bu imparator bir elini pagan ülkelere doğru uzatmıştı ve üstündeki yazılarda hiçbir vakit Müslümanlarla barış yapmayacağına yemin ettiği bildiriliyordu. Diğer elinde ise üstünde haç olan altın bir elma tutuyordu." 29

Havarilerden yedisinin, İmparator Konstantinos, Helena ve birçok başka imparatorun gömülü oldukları Havariyyun Kilisesi'nin ise Ayasofya'dan daha zengin olduğu söylenmektedir.30 Şehrin kapılarından bir tanesinin tepesinde altın bir küre ile üstünde, altın pelerinli tunç bir heykel bulunduğunu aktaran De Clari, Altınkapı denilen kapının da tepesinde devasa bir çift tunç fil heykelinin görüldüğünü bildirir. De Clari, ayrıca her biri 6,50 metre kadar boyunda tunçtan iki kadın heykeli ile içlerinde merdiven olan ve en tepesindeki hücrelerde birer keşişin yaşadığı, çok yüksek iki anıttan söz eder. Bunlar şimdiki Beyazıt meydanında olduğu bilinen Teodosios ile Cerrahpaşa'daki Arcadius anıtlarıdır.31

Hacı Abdullah [XIII. Yüzyıl Sonları]

Arap seyyahtır. Hacı Abdullah, Ayasofya kapısının yanında bulunan ve minareye benzettiği I. Jüstinyen'in atlı heykel ve anıtından bahsetmektedir. Hacı Abdullah'a göre, anıtın tepesinde tunçtan imparator heykeli vardır. Bu anlamda Arap seyyahın izlenimleri diğer seyyahlarla paralel olduğu söylenebilir. Fakat aynı yazar burada ikinci bir anıttan bahseder ki bu anıtın hangisi olduğu muğlaktır. A. Berger, bunun Doğu Roma İmparatorluğu'nu 1261'de ihya eden ve Palaiologos sülalesinin kurucusu olan Mikhail'in adına dikilmiş bir anıt olduğunu ileri sürer. Fakat bu anıt Ayasofya'da değil Havariyyun Kilisesi'nde bulunmaktadır.32

İbn Batuta [1334]

24 Şubat 1304 yılında Fas’ın Tanca şehrinde doğan İbn Battuta,33 Konstantinopolis'i ziyaret ettiğinde tahtta III. Andronikos Palaiologos (1328-1341) bulunmaktaydı.34 Batuta'ya göre şehir devasa büyüklükte olup, bir akarsu ile ikiye ayrılmıştır. Abkomi olarak adlandırılan şehrin bir tarafı 'Estambul' olarak bilinir. Hükümdar, şehrin ileri gelenleri ve Rum halkı burada yaşarlar. Çarşılar ile sokakları geniş ve taş levhalar ile kaldırımlanmıştır.35

Şehrin öte tarafınaysa 'Galata' denmektedir. Frenk Hristiyanlar burada yaşarlar. Bunlar çeşitli milletlerdendir. Aralarında Cenevizliler, Venedikliler, Roma'dan gelen insanlar ile Fransa'dan gelenler bulunmaktadır. İmparator tarafından atanan bir görevli tarafından idare edilirler. İmparatora her yıl vergi verirler. Sık sık isyan ederler ve aralarındaki çatışmalar Papa aralarını bulana kadar devam eder. Hepsi ticaretle uğraşmaktadır ve limanlar çok büyüktür. Bu limanlarda sayılamayacak kadar çok sayıda büyük ve küçük gemiler-kalyonlar vardır. Şehrin bu tarafındaki çarşılar güzel olsa da şehir pislik içerisindedir. Buradaki milletlerin kiliseleri de çekici değillerdir. İçinden göremediği Ayasofya'yı dışarıdan tasvir eden Batuta'nın yapı hakkında anlattıkları çok epik ve abartılıdır.36

Hamdullah el-Müstevfi [1340'a doğru]

Arap asıllı Şiî bir ailenin çocuğu olarak 680’de (1281) Kazvin’de doğdu.37 El_Müstevfi'nin aktardıklarına göre, şehrin içinde Petros ve Pavlos adlarında bir kilise vardır. Bu dini yapının uzunluğu 300 arşın, genişliği ise 200 arşın, yüksekliğiyse 100 arşındır. Çatısı ve içindeki ön duvarları pirinç levhalar ile kaplıdır. Şehirde kutsal ev denilen bir kilise daha bulunmaktadır. Burada bir sunak masası vardır. Yakınında, 24 arşın boyunda ve 6 arşın genişliğinde olup, zümrüte benzer yeşil taştan yapılma bir taht bulunmaktadır. Bu taht, mabedin ön duvarına bitişik durmaktadır. Aynı duvarda çepeçevre Hazreti İsa'nın yanında annesi Meryem'in ve etraflarında on iki havariyi temsil eden tasvirleri yer almaktadır. Bütün bu tasvirler saf altından olup her biri iki buçuk arşın boyundadır. Gözleri parlayan yakuttandır. Bu kilisenin 28 altın kaplı kapısı vardır. Yaklaşık bin kantar pirinç ve bakıra ek olarak fildişi, abanoz, sandal ile tik ağacı ve sayısız daha başka malzemeden faydalanılmıştır. El-Müstevfi'ye göre, şehrin içinde daha birçok sayıda ev, hamam ve kilise yer almaktadır.38

Stephanof [1349]

Ortaçağ Konstantinopolis'i hakkında "topografya bakımından en önemli kaynak" sayılan Novgorod'lu Stephanof'un (Stephanos) seyehatlarine dair eseri, büyük ihtimalle imparator V.İoannes Palaiologos (1341-1476) ile VI. İoannes Kantakuzenos (1347-1354) arasında iktidar kavgasının başladığı sırada, 1349 yılında yaptığı ziyaretin hikâyesidir. Stephanof'un şehre dair ilk gördüğü şey, Ayasofya'nın önündeki , çok uzaklardan fark edilebilen, gerçekten harikulade, yüksek ve güzel bir anıttır. Tepesinde büyük İustinianus canlıymışçasına at üstünde oturmaktadır. Elinde üstünde haç bulunan büyük altın bir elma tutar. Sağ eli ise cesaretle İslam toprağına, Kudüs yönüne doğru uzatılmıştır. Stephanof'un anlattığına göre, şehirde daha birçok mermer sütun bulunmaktadır. İustinianos anıtından, hemen yakınında olan ilk kapıdan Ayasofya'ya geçilir. Bundan sonra, birinci, ikinci, üçüncü, beşinci, altıncı ve yedinci kapıdan geçilerek büyük Ayasofya Kilisesi'ne girilebilir. Stephanof, arkasından buradaki röliklerden bahseder. Buna ek olarak kilisenin 365 kapısı bulunduğunu ve altında da çok sayıda tatlı su kuyusu olduğunu savunur.39 Ayasofya'dan çıktıktan sonra Theodoros Kilisesi önünden geçerek yokuşlu "imparatorluk yolundan" yürüdükten sonra Çemberlitaş'ı görür. Tepesinde bir haç bulunan bu sütunun içinde kutsal eşyaların muhafaza edildiğini belirtir.40

Stephanof, tekrar Ayasofya'ya dönerek hemen bitişiğindeki Aya İrini Kilisesi'nin ve az uzağında da Meryem Kadınlar Manastırı'nın bulunduğunu bildirir. Buradan kıyıya doğru inen Rus seyyah, Manganoi'deki Georgios Manastırı'nı ziyaret eder. Burada birbirine komşu İsa kilisesi ile Meryem, Parakhrantos, Pantanassa manastırlarına uğrar.41

Stephanof az batıda 'Nea' denilen kiliseye de uğrar. İmparator I. Basileos'un (867-886) yaptırdığı bu kilise, Büyük Saray'a aittir. Artık yeri bilinmeyen bu önemli yapıyı bulmak için yapılan araştırmalar kesin sonuç vermemiştir.42 Sahil boyunca, sol tarafta bulunan surları takip ederek batıya doğru gittiğinde ise Sergios ve Bakhos manastırını görür. Burası fetihten sonra Küçük Ayasofya Camii olmuştur.43

Stephanos ve yanındakiler, Hagios Demetrios Manastırı'nı da ziyaret ederler. Seyyah, burada imparator Laskaris'e ait bir mezarın bulunduğundan söz eder. Bu, İznik prenslerinden, IV. İoannes Laskaris (1258-1261) olabilir. Yeri bilinmeyen bu manastır, Yenikapı civarında ve deniz kıyısındadır.44

Hep, şehrin güney kıyısında batıya doğru giden seyyah, Studios Manastırı'nı da ziyaret eder. Fetihten bir süre sonra İmrahor İlyas Bey Camii olan kilise için; "...çok büyük ve yüksek olup, üstü iki tarafa meyilli çatı ile örtülüdür. Buradaki ikonalar altın ile bezenmiş olduğundan güneş gibi parlarlar. Kilisenin döşemesi de, sanki incilerle kaplanmış gibi, hiçbir ressamın yapamayacağı bir sanatla aynı derecede şaşırtıcı surete bezenmiştir." Altın Kapı yakınlarında bulunan bu kilisenin içindeki keşişlerin yemek yedikleri yemekhanesi, diğer benzerlerinden çok üstün bir şekilde yapılmıştır.45 Rus seyyahı, buradan kuzeye doğru çıkarak önce Meryem adına olan Peribleptos Manastırı'na uğrar. Şimdiki yerinde Sulu Manastır Ermeni Surp Kevork Kilisesi'nin bulunduğu bu dini tesisten sonra, az daha kuzeydeki, "çok güzel" Girit'li Hagios Andreas (Koca Mustafa Paşa Camii) Manastırı'na çıkar.46

Daha sonra Havariler Kilisesi'ne uğrayan Rus seyyah burada imparator Konstantin'in çok büyük ölçüde erguvani bir taştan yontulmuş lahidinin bulunduğunu belirtir. Burada daha birçok imparatorun da lahitlerinin bulunduğunu söyler. Günümüzde Havariyyun Kilisesi'nin olduğu yerde Fatih Camii yer almaktadır.47 Stephanof, Pantokrator İsa Manastırı'na gittiklerini belirtir. Burası fetihten sonra Zeyrek Camii olmuştur. Stephanof, kilisenin esas kapısının üstünde İsa'nın mozaik resminin bulunduğunu ve bu mozaiğin ikinci girişte de görüldüğünü söyler. "Manastır çok güzeldir. Kilisenin dışı bile mozaiklerle bezeli olduğundan güneş gibi ışıldar".48 Rus seyyah buralardan sonra Hagios Konstantinos Manastırı, İoannes Prodromos Manastırı, Blakhernai Meryem ile komşusu Nikolaus kiliselerini ve Kosmas ve Damianos adına olan büyük manastırı ziyaret eder. Daha sonra, Eyüp'ten geriye dönerek, su kıyısında yer alan Hagia Teodosia Manastırı'na uğrar. Şifa bulmak amacıyla kadın ve erkek halkın ziyaret ettikleri kilise daha sonra Gül Camii olmuştur.

Anonim Rus Hacı [XIV. Yüzyıl II. Yarısı]

Konstantinopolis'in Haçlı Seferi'nden sonraki dönemde yazılmış en etraflı tasviri sayılan bu eserin yazarı muğlak olsa da bir Rus hacıya ait olduğu bilinmektedir. Ayasofya'nın güney kapısından çıkıldığında, sol kolda Kurtarıcı (İsa) Kilisesi görülür. Kapısı üzerindeki İsa ikonasının indirilmesini önleyen Teodosia adlı kadınla verilen açıklamadan, bunun Büyük Saray'ın girişindeki, Halki Kapısı üstünde yer alan Kurtarıcı (soter) İsa Kilisesi olduğu anlaşılır. 1933'te yanan ve sonra harabesi kaldırılan Adliye (Darülfünun) binasının yerinde olan bu kilise uzun Osmanlı dönemi boyunca Aslanhane ve üst kısmı da Nakkaşhane olarak kullanılmıştır.49 Ayasofya'nın doğu tarafında Hagios Nikolaos Kilisesi vardır. Burada taş bir havuz bulunur üstünde kurşun kaplı bir saçak vardır. Etrafında ise dört servi ile iki palmiye dikilmiştir. Anonim seyyah, Hodegetria Manastırı, Hagios Lazaros Manastırı, Hagios Basileios Manastırı ve Soter Kilisesi'nden bahsetmektedir. Seyyaha göre, Soter Kilisesi'nin altında taştan bir haznenin içinde kutsal bir su çıkar. Bu sudan içen veya onunla yıkanan insanlar sağlıklarına kavuşurlar. Bahsedilen bu ayazma Osmanlı döneminde, on altıncı yüzyıl sonunda Sinan Paşa tarafından yaptırılan İncili Köşk'ün altında bulunmaktadır.50

Ayasofya'dan güney yönüne gidildiğinde, Konstantin'in imparatorluk sarayı ile Hagia Euphemia'nın kilisesi görülür. Saray denize manzaralıdır. Burada çok yüksek bir sütun vardır. Sütunun tepesinde, taştan dört kaide yerleştirilmiş, bu küçük kaidelerinin üstlerine de bir taş konulmuştur. Kanatlı köpekler ve kartallar bu taşa işlenmiştir. Fakat bu sütunlar, Konstantinopolis'i işgal ettikleri sırada Latinler tarafından işgal edilmiştir.51

Rus seyah daha sonra, Andreas Manastırı'na (Koca Mustafa Paşa Camii), Pantakrator Kilisesi (Zeyrek Kilise Camii), Pammakaristos Manastırı (Fethiye Camii), Kyra Martha ile Lips Manastırları ve Lips Manastırı'nı (Molla Fenari İsa veya Kilise Camii) ziyaret eder.52

Ruy Gonzales de Clavijo [1403]

Ruy Gonzales Clavijo, bir İspanyol asilzadesidir. Günler süren İstanbul gezilerinde Clavijo önce Vaftizci Yahya Kilisesi ve Peribleptos Kilisesi'nin girişinde, solda, bir yanında imparator, öbür yanında imparatoriçe bulunan Hazreti Meryem'in bir tasviri bulunmaktadır. Doksan yıl önce şehri talan eden Latinler, İmparator Romanos'un kıymetli taşlar ve mücevherlerle kaplı heykelini de yağmalamıştır. Seyyah, John Studios Manastırı'nda Hazreti İsa'nın son akşam yemeğini anlatan duvar mozaiklerine hayran kalmıştır. Hipodrom'daki Burmalı Sütun'u, I. Justinianus'un heykelinin olduğu sütunu ve diğer tüm sütunları, Ayasofya'yı, Mangana'daki Aya Georgiades Kilisesi'ni ve sarayları gezen Clavijo, 368'de İmparator Valens tarafından yaptırılmış olan su kemerlerinin neredeyse bin yıl sonra yine şehir ahalisi tarafından kullanılmakta olduğunu gözlemlemiştir.53

Ayasofya'nın altında "muazzam bir sarnıç" bulunduğunu bildiren İspanyol elçi, "içinde yüz kadırganın rahatça dolaşabileceğini..." söyler. Elçi daha sonra, Ayios Georgios Kiliesi'ni ziyaret etmiştir ki, bu Topkapı Sarayı eteğinde, eski Gülhane'de olduğu bilinen Manganlar semtindeki kilisedir. Clavijo, burada ipekli bir kumaş örtülü, yeşil somakiden bir imparatoriçeye ait lahit gördüğünü söyler. Bu, kiliseyi yaptıran IX. Konstantinos Monamakhos'un (1042-1055) sevgilisi Skelerena'nın lahdi olmalıdır.54

Seyyah daha sonra, Blakhernai'deki üç nefli bir bazilika olan Meryem Kilisesi'ne gider. Nefler kaideli beyaz mermerden, yeşil somaki sütunlarla ayrılmıştır. Yanlarda galeriler vardır. Orta nefin ahşap tavanı saf altınla yaldızlanmıştır. Çok süslü ve zengin görünüşlü kilisenin üstü bütünüyle kurşun kaplıdır. Clavijo'nun ayrıntılı olarak anlattığı bu kilise, 29 Ocak 1434'te çocukların çıkarmış oldukları bir yangın sonucunda yanmıştır.55 Clavijo, İmparator Manuil'in ağabeyi Andronikos'un da gömülü olduğu Hodegetria Kilisesi'ne de gitmiştir. "Şehrin içinde pek çok büyük saraylar, kiliseler ve manastırlar bulunmakla beraber, bunların çoğu şimdi harabe haldedir. Fakat açıkça anlaşılacağı üzere, önceki dönemlerde Konstantinopolis daha iyi durumda olduğunda dünyanın en muhteşem başkenti idi". Haliç, Pera'yı Konstantinopolis'ten ayırır. Clavijo, karşı yakanın Türklere ait olduğunu belirtir. Buraya Skutari (Üsküdar) denilmektedir. İspanyol elçisi, Galata'nın Ceneviz idaresine geçişi hakkında açıklama yaptıktan sonra, Galata adının, süt anlamında olan 'gala' teriminden aldığını belirterek, buradaki yetiştirilen hayvanlardan elde edilen sütün karşı tarafta satıldığını söyler. Pera'da çok zengin döşenmiş iki manastır vardır. "Bunlardan San Francescus Manastırı muhteşem ve çok iyi bezenmiştir". Bu manastır ve kilisenin yerinde on yedinci yüzyıl sonunda Valide Gülnuş Emetullah Sultan tarafından Yeni Camii yapılmıştır (şimdi aynı yerde Hırdavatçılar çarşısı vardır).

Christoforo Boundelmonti [1422]

XIV. yüzyılın sonlarına doğru Floransa'da bir Patrisyen ailesinin oplu olarak dünyaya gelen Boundelmonti, 1422 yılında İstanbul'a gelmiştir. Antikite'den kalma abideler, sütunlar ve tam bir listesini verdiği sarnıçlar ile ilgilenmiştir. Dikilitaş, Yılanlı Sütun, Theodosius ve Arcadius sütunlarını incelemiştir. Bütün bu sütunları inceledikten sonra başka bir de Haçlı Sütun var olduğunu, "onun yanındaki kaidenin üstünde, Venediklilerin kendi vatanlarına götürdükleri ve San Marco Kilisesi'ne yerleştirdikleri yaldızlı dört at heykeli" bulunduğunu aktarmıştır. Ona göre, İstanbul'un bir zamanlar ne kadar muhteşem bir şehir olduğunu anlamak için bu heykel kaidelerine bakmak bile yeterlidir. Ama artık eski açık sarnıçlar bile sarnıç olmaktan çıkmış, bağ-bostan haline gelmişlerdir. Boundelmonti, Havariyyun Kilisesi'ni de ziyaret etmiş ve buradaki Konstantinus'un erguvan kırmızısı mermerden yapılmış devasa mezarını görmüştür.56

On beş yılda inşa edildiğini yazdığı Ayasofya'dan başka "büyüklük ve güzellikle" birbirlerinden farklı, Mangana, Hagia Eirene, Hagion Lazanos, Theotokos, Melekler, Petios ve Pavlos ile Kırk Martirler kiliselerinin adlarını verdikten sonra, bu sonuncunun "mükemmel suyu olan ve derinliği anlaşılamayan" bir sarnıcı olduğunu haber verir. Boundelmonti, şehrin nüfusunun son derece azalmış olduğunu da belirtir.57

Bertrandon de La Broquiere [1432]

Bertrandon, Fransa'da Toulouse yakınında La Brogiere arazisinin sahibi, Guyenne'li bir soyludur. Bertrandon'un seyahatnamesi fetihten 20 yıl önce Konstantinopolis'i görmemize ve anlamamıza olanak sağlamaktadır.58 Tarihi eserlerle ve anıtlarla ilgilenmeyen Fransız seyyahı, daha çok gündelik hayatı anlatır. İstanbul'da şehir içinde fazlasıyla boşaltılmış alan bulunmaktadır. İstanbul, Batı için konumu dolayısıyla ticari olarak önemli bir konuma sahiptir. İstanbul'da Latin tüccarlar çok fazladır ve Venedikliler bunların en güçlüleridir. De la Broquiere'e göre, şehri koruyan hala şehirde bulunan Hristiyanlığın kutsal emanetleridir. Yine Fransız seyyaha göre, Greklerin, Katolik Hristiyanlara duydukları nefret, Türklere duydukları düşmanlıktan çok daha fazladır.59

Pero Tafur [1437]

1410 yılında, İspanya Kurtuba'da (Cordova) dünyaya gelen Pero Tafur da İstanbul'u ziyaret eden seyyahlar arasında yerini almaktadır.60 Tafur'u sarayına kabul eden İmparator VIII. Ioannes, kendisinden Doğu Roma imparatorlarının soyundan geldiğine dair bir belge bulmasını istemiştir. Bunun üzerine Pero Tafur, İmparator'un yüzyıllar önce saray içerisindeki bir aile kavgası dolayısıyla İspanya'ya giden bir prensin soyundan geldiğini bir belge ile ispatlamıştır.61 Pero Tafur, şehrin harap durumda olduğundan, Venedikliler tarafından yağmalandığından bahseder. Köylülerin adeta soyluların “köle”leri konumunda olduklarını dile getirerek köylülerin içinde bulunduğu ağır şartlara değinir. Burada çizdiği tablo şehrin Osmanlılar tarafından alınmadan önce içinde bulunduğu kötü durumu yansıtması açısından kayda değerdir.62

Ayasofya onu büyüler. Altı bin rahibin görev aldığı binanın duvarları değerli mozaiklerle süslüdür. Hazine dairesi ise her türlü övgünün üzerindedir. Ayasofya'nın altındaki sarnıçın, o zamana dek gördüğü en büyük sarnıç olduğunu da ifade etmiştir. Sainte Marie Kilisesi'ni de ziyaret eden Tafur, İncilci Luka'nın yaptığı Meryem Ana ikonunu da görmüştür. Buradan Blakhernae Sarayı'na geçen Tafur, sarayın kilisesinin harap bir halde olduğunu aktarmıştır. Oysa Helena'nın yaptırdığı bu kilisenin içinin bir zamanlar Ayasofya'dan bile güzel olduğu söylenmektedir. Saray ise belli ki son günlerini yaşamaktadır. Şehir ahalisi sahile doğru yerleşmiş, tepeleri terk etmişlerdir. Haliç'te ise ticaret hala canlıdır.63 Cenevizliler ile ticaret amacıyla Pera'ya gelen gemiler önce Konstantinopolis'i selamlarlar ve harç öderler, ceza hukuku ise Pera ve bütün topraklar için buradan idare edilir.64 Ona göre vaziyet şöyledir: "Sarayda aşırı bir lükse kaçılmakta, ahali ise fakirlik içinde yüzmektedir. Mutsuz ve günahkar bir avuç Grek'in, şehri Türklere karşı koruması mümkün değildir".65

Niccollo Barbaro [1453]

XV. yüzyılda yaşamış olan bu Venedikli doktor, daha sonra Osmanlı İstanbul'una elçi olarak gelecek olan Marcantonio Barbaro (1573) ile aynı ailedendir. Türkler İstanbul'u kuşattıkları zaman Doğu Romalılara yardıma gelen Venedik gemilerinden birinde hekim ve cerrah olarak bulunmuştur.66

Nestor-Iskander [1452/53]

İstanbul'un Türkler tarafından kuşlatılması ile fethini yaşadığı iddia edilen Nestor-Iskander (veya Iskinder), büyük ihtimal ile Pskov bölgesinden bir Beyaz Rus'dur. Bizans dönemi bitimindeki son yabancı olarak kabul edilir. Şehirde Rus keşişlerin arasına giren Nestor, Türk hücumu başladığında şehrin sokaklarında dolaştığını ve surların iç taraflarına geçtiğini belirtmektedir. Nestor, Osmanlıların zaiyatlarının Bizans'dan daha fazla olduğunu belirtir. Nestor surların zayıf kısmında Osmanlı toplarının yaptığı büyük tahribatı anlatır. Bazı geceler Ayasofya'da yapılan ayinleri bildirmekte bir de Konstantinopolis'in koruyucusu olduğuna inanılan Hodegetria Meryem İkonası'nın, surların yakınına getirildiğini belirtmektedir.67

Nestor ayrıntılı olarak ve efsanelerle süsleyerek I. Konstantin tarafından şehrin kuruluşunu, surların yapılışını, caddelerin düzenlenip sarayın inşa edildiğini ve nüfusu artırmak için Roma'nın ileri gelenlerini buraya yerleşmelerinin sağlandığını anlatır. Bu arada Hipodrom da yapılmıştır. Nestor, Konstantin'in birçok kiliseler yaptırdığını bildirerek bunların arasında Ayasofya, On İki Havari, Aya İrini, Aziz Mokios ve Başmelek kiliselerini saymaktadır. Parçalarını Roma'dan getirttiği bugün Çemberlitaş olarak bilinen anıtı diktirdiğini anlatır. Büyük Saray'ın Konstantin tarafından yapılmaya başlandığını ve daha sonra gelen imparatorların da eklemeleriyle büyük bir saray kompleksi haline geldiğini de ekler. İmparator Konstantin'e kaçması teklif edildiğinde imparator bu teklifi reddetmiştir. 21 Mayıs gecesi Ayasofya'nın kubbesinde göz kamaştırıcı bir ışık belirmiş ve bu, şehrin teslim edilmesi gerektiğini belirten bir işaret sayılmıştı. Nestor, imparatorun imparatoriçe ile beraber dua etmek üzere Ayasofya'ya gittiğini söyler. Topladığı kuvvetlerle Altın Kapı'ya giden imparator, 29 Mayıs'ta türklerle çarpışarak can verdi.68

Kaynakça Listesi

Orijinal kaynak: seyyahların gözünden bizans istanbul'u. Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.

Footnotes

Kategoriler